90’lı yıllar…

İnsanların ve insanlığın bozulmamış halleriyle siyasetin bir köşesinden tuttuğu yıllardı.

Siyaset işte o dönemlerde güzel ve anlamlı, seçen de seçilen de farklıydı.

Şehirde dar bölge milliyetçiliği yapılırdı ama o dar bölgenin de o döneme göre enleri üzerinden namzetler belirlenirdi.

Bir de insanlar bilinçliydi, kimin niçin aday olması gerektiğinin şuurundaydı.

Yeni dönem siyaset kültürünün asimilasyona uğratıp, her geçen gün biraz daha gözden düşürdüğü muhafazakâr kesimde 90’lı yılların idolü şimdiki Zülfü Demirbağ’dı.

Milli Görüş tabanlı olması ve merhum Erbakan hocanın rahle-i tedrisatında bulunması 94 Yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanan Sayın R.Tayyip Erdoğan’ın kadrosunda yer almasını sağlamıştı.

Şimdiki gibi sosyal medya ortamlarının olmadığı, iletişimin kısıtlı imkanlarla yapıldığı, reklamın kulaktan kulağa yayıldığı o dönemlerde Sayın Demirbağ Yol Bakım Müdürüydü.

İstanbul’da bürokrattı ama adına insanlar, en az; Merhum Septioğlu merhum Küçükel’ler ve Sayın Mehmet Ağar kadar aşınaydı.

Tabiri caizse dönemin siyasette beklenen adamıydı.

Zira İstanbul’a yolu düşen her Elazığlıya dokunan, Elazığlı öğrencilerin İstanbul’daki hamisi, başı sıkışanın tereddütsüz çaldığı ilk kapı, Elazığlı birçok işadamının İstanbul Büyükşehir Belediyesiyle ilişki kurmasına tavassut eden iyi bir Elazığlı idi.

Büyükşehirde bürokrat iken tavassutta bulunarak işe girmesine vesile olduğu yüzlerce kişi ve bunların ailelerinin Demirbağ’ın gıyabında sitayişle bahsetmeleri siyasette beklenen adam havasına sokmuştu kendisini, öyle de oldu.

3 Kasım 2002 seçimleri için yapılan temayül yoklamasında aldığı oylar tavan yapmış nihayetinde Demirbağ’ı, hayali olan TBMM’ye taşımıştı.

O günleri de dün gibi hatırlıyorum.

Henüz Ankara’da kendisine ait belirli bir mekânı yoktu Elazığ’dan giden binlerce vatandaşı gündüz Meclisteki odasında, akşam da gecenin geç vaktine kadar Çankırı Caddesindeki Turist Otel’de ağırlıyordu.

Şimdi düşünüyorum da; o günkü yoğunluk ve temposu bugün yok…

Allah’tan da yok, zira o günkü Zülfü Demirbağ’la bu günkü Zülfü Demirbağ arasında uçurumlar kadar fark var.

O günlerden tanıdığım Demirbağ’ı son günlerdeki gaflarıyla görünce; doğrusu şaşırıyorum.

Ekranlardaki sanki kendisi değil de dublörüymüş gibi…

Her geçen gün biraz daha kendisini yıpratıyor, her geçen gün biraz daha irtifa kaybediyor.

Ne yazık ki her geçen gün biraz daha insanların kin ve nefretini kazanıyor.

Her şey bir tarafa yaptığı mantıksız açıklamalarla Elazığ insanının profilinin ne kadar düşük olduğu algısını her geçen gün biraz daha yayıyor ülke sathına.

Kendisi bunu beceremiyor ama yakın çevresinden birilerinin artık Sayın Demirbağ’a bir dur demesi gerekiyor.

Birilerinin Sayın Demirbağ’a ekranları yasaklaması mikrofonlardan uzak tutması lazım.

Bu yazıyı vicdanen rahatsız olduğum için kaleme alıyorum. Sayın Demirbağ’la yazılarımdan dolayı geçmişte ne tür sıkıntılar yaşadığımızı bilmeyen yoktur.

Lakin bu durum farklı… “Vur abalıya” kavramına kurban gidecek Demirbağ.

Bir insan göz göre göre kendisini uçurumdan aşağıya atıyor ve birilerinin bu atlayışa dur demesi gerektiğine inanıyorum.

Bakın bu şehrin 5 tane milletvekili var, her milletvekili için farklı iddialar ve dedikodular konuşulmuştur bu şehirde.

Kiminin ihale yolsuzlukları, kiminin iş takipçiliği, kiminin arsa spekülatörlüğü, kiminin bilmem ne iddiası.

Zülfü Demirbağ için bu şehirde söylenen tek şey var o da patavatsız konuşmaları, ifade eksikliği ve üslup bozukluğu.

Son dönemlerde kendisini ülke gündemine düşüren açıklamalarının hiç birinin tutulur yanı yoktur.

Kendileri her ne kadar gündeme düştükten sonra açıklamalar yapıp açıklamalarım çarpıtıldı deseler de kimse bunu yemez.

Açıklamalarını kimse çarpıtmıyor, ekranlara çıktığında kendisi kelimeleri seçemeyip sağa sola çarpıyor, farkında değil.

“Şehir insanının kanından şüphe etmek”, ekonomik krizin aşılması için; “Yarım kilo et, tek domates tavsiyelerinde bulunmak”, “Komünistlerde zaten namus anlayışı yoktur.” Gibi gaflarda bulunmak, hafif tabirle akıl tutulmasıdır bunun çarpıtılmakla asla ve asla alakası yoktur.

Son açıklamalarını bunlardan ayrı tutuyorum; hani; “Aldığımız maaş yetmiyor” mealindeki açıklamasını.

Kendilerini tanımayanlar için tam bir eleştiri ve de taşlama konusudur.

Mantıki düşündüğünüz zaman da eleştirilip taşlanması gereken açıklamalardır.

4 Bin 250 liralık asgari ücretle insanların ev geçindirip öğrenci okuttuğu bir ülkede 25 Bin lira maaş alan bir vekilin ekranlarda “Yetmiyor” deyip yakınması mantıken düşündüğünüzde abesle iştigal etmek, “Danışmanlardan borç alıyoruz” demesi de skatoloji yapmaktan başka bir şey değildir.

Ancak Sayın Demirbağ için farklıdır.

Bu konuda Sayın Demirbağ’ın gerçekten kendisini ifade edemediğini düşünüyorum.

25 Bin liralık maaş birçok insana gerçekten büyük bir miktar olarak gelebilir (ki, öyledir de) ama Sayın Demirbağ’a yetmediğine ben inanıyorum.

Bu şehirde bu kadar büyük paraların yetmediği iki kişi tanıyorum, ikisinin de cebinde tabiri caizse bayatlamış para bulunmaz, geldiği gibi gider.

Bunlardan biri Milliyetçi kanattan Sayın Raif Çiçek, diğeri de Sayın Zülfü Demirbağ’dır.

İkisini de yakinen tanıyanlar hak vereceklerdir; Sayın Raif Çiçek de geliri üst düzeyde olmasına rağmen cebinde para tutmaz; öğrencilere ve hayır hasenat işlerine verir, Sayın Demirbağ’ın da cebinde para durmaz.

Diğer vekillerin tuzu kuru, istisnasız hepsinin de vekillik maaşlarının haricinde hatırı sayılır derecede ticari akarlarının olduğu bilinir.

Hiç birinin de Zülfü Demirbağ gibi kapısına gidip rahatlıkla ihtiyaçlarının giderilmesi için maddi destek isteyen kitlesi yoktur.

Aldığı vekillik maaşının her ay nerelere gittiğini, tesadüfen bir kuyumcu esnafının kendisine verdiği bir harcama listesinde bizzat gördüğüm için bu yazıyı vicdanen kaleme alma gereksinimi duydum.

Sayın Demirbağ, moda tabirle kiri varsa sabunu da olan bir siyasetçidir.

Birçok eksiği, gediği olabilir Sayın Demirbağ’ın ama bu maaşla ilgili açıklamasında haksızlığa maruz kaldığı bir gerçektir.

Onun sebebi de; her zamanki gibi kendisini ifade edemeyişidir.

Dolayısıyla birilerinin Sayın Demirbağ’a ekranları yasaklaması gerekir.

Yerinde olsam kimsenin yasak bırakmasına fırsat vermem, işi tadında bırakırım.

90’lı yılların Zülfü abisi gibi hatırlanmak için bir insan neleri feda etmez ki…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol