Zeki, Pazar günü olması hasebiyle kafasını dağıtmak için arkadaşlarıyla dışarıda buluştu.
Biraz olsun iş stresinden kurtulmaktı maksadı. Bunu ne kadar başarmıştı bilinmez ama eve yorgun geldi.
İşleri yoğundu ve açıkçası pek de istediği gibi gitmiyordu.
Gerginliğini bastırmakta zorlanıyordu. Ve bu da ister istemez eve bir şekilde yansıyordu.
Kapıyı geç açan eşine çıkıştı: "Neyim ben, kimim bu evde! İki saattir kapıdayım.
Nelerden nefret ediyorsam onu yapıyorsun, bu sende alışkanlık halini aldı." dedi.
"Ceren'ı uyutuyordum, duymamışım" dese de eşini sakinleştirmeyi başaramadı, genç kadın.
"Yok yok, sen iyice ölçüyü kaçırdın" diyerek sinirini sözcüklere yükledi.
Zeki, yapı olarak siniri biriydi. İş yerinde yaşadığı stres ve gerginlik de bu sinirin boyutunu derinleştiriyordu.
Bu da onu iş yerinde her şeyi yutmaya, alttan almaya mahkum ediyordu.
Belki de kabullenmekte zorlandığı şey buydu.
Çünkü özgürlüğüne düşkündü delikanlı.
Evdekiler rahat bir hayat yaşasın diye kendinden ödün vermeyi haksızlık olarak görüyordu.
Çoğu zaman "senin de işinin de" noktasına kadar geldiği oluyor ama eşi ve kızı için sabretmeye çalışıyordu.
İşyerinde bastırılmış bu sinir, evde bir canavara dönüşüyordu.
Hele bu akşamki yemek de istediği gibi olmayınca, tartışma kaçınılmaz oldu.
Zeki sonunda dayanamadı ve yastığını alıp salona geçti.
O gece ellerini ensesinde kenetleyip saatlerce düşündü, düşündü...
Bu evlilik için acele ettiğine inanıyordu.
Keşke zamanı geri getirmenin bir yolu olsaydı hayıflanmasıyla o gece anılarda yitip gitti...
Eşinin yaptıklarını kabullenmekte zorlanıyordu Hele kendisine diklenip cevaplar vermesini bir türlü hazmedemiyordu.
"Sen de adam mısın, sürekli aynı terane, dön de bir kendin bak, hayattan bıktırdın" sözleri kafasında şimşek gibi çakıyordu.
"Ben nelerle uğraşıyorum, hanımfendinin cevaplarına bak.
Anlayış yok, fedakarlık yok, özveri yok, ilişkiyi kurtarmaya yönelik çaba yok.
Anca şeytanca cevaplar ver sen... " dedi kendi kendine.
Bir süre düşündükten sonra da: "Ben niye uğraşıyorum ki elin manyağıla.
Bana değer vermeyen, beni önemsemeyen, bir karış dille kocaya diklenen bir kadın yarın bana neler yapmaz." dedi ve ayağa kalktı.
Öylesine sinirlenmişti ki, yatak odasına gidip kadının ağzını burnunu kırmak geçti içinden.
Ama bunu 4 yıllık evliliği boyunca hiç yapmamıştı.
Sonra her şeyin bir ilki vardır deyip hışımla yatak odasına girdi.
Artık ok yaydan çıkmıştı.
Bundan sonra olacakların nereye varacağını kimse bilemezdi. İnceldiği yerden kopsun'du...
Kadıncağız bebeğiyle uyuyordu.
Yakasına yapıştığı gibi kaldırdı.
Genç kadın daha ne olup bittiğini anlayamadan yerlerde sürüklenmeye başladı.
Kadın karşı koydukça, adam daha çok sinirleniyordu.
"Bu evde yerin yok artık, defol" deyip dış kapıya kadar sürükledi genç kadını.
Kadının ağlamaları, yalvarmaları bir işe yaramamıştı.
Zeki, dış kapıyı açıp gecelikle kadını dışarı attı.
Vicdan, merhamet yerini öfkenin körlüğüne bırakmıştı.
Kadın son bir çabayla "kızımı da ver" dedi ağlamaklı ses tonuyla.
O an insafa gelen adam tamam, deyip kadını içeri aldı.
"Git al, sonra da defolup gidin" dedi kapıyı göstererek.
Genç kadın bir yandan ağlıyor, bir yandan da kızını giydiriyordu Haluk daha fazla dayanamadı.
Bu duygusal görüntüye yenilip aldığı karardan geri adım atmak istemiyordu.
Bir an bile tereddüt etmeden soğuk ve yağışlı bir Şubat gecesinde, her şeyim, dediği eşini ve kızını Malatya'nın soğuk ve ıssız caddelerine attı.
Rahatlamıştı. "Bu gece dışarıda kal da aklın başına gelsin.
Koca hakkını bilmeyen bir kadına bu ceza az bile" dedi kendi kendine.
Sonra da gidip bir sigara yaktı...
Dakikalar geçtikçe içinin yangını soğuyup pişman olacağı yerde, ilginç bir sekilde yaptığını doğru bulmaya devam ediyordu.
Vicdanını rahatlatmaya çalışan düşüncelerle gece boyunca "iyi oldu, aklı başına belki gelir" deyip durdu.
Kadının bu şehirde kimsesinin olmadığını biliyordu.
Buna rağmen, nereye giderler, kime sığınırlar diye düşünmedi.
Hele 3 yaşındaki biricik evladı bu soğuk geceye nasıl dayanır, kısmını aklına bile getirmedi.
Öfke tüm bedeni esir almıştı, vicdan ve mantığın bu öfkeli bedene girme, orada kendine yer bulma ümidi neredeyse hiç yoktu.
Gözleri kör, vicdanı yitip gitmişti artık.
Olan biteni daha fazla düşünüp kendini kahretmek yerine televizyonda maç bulup biraz olsun kafasını dağıtmaya çalıştı...
Saatler sonra koltukta uyuyakaldı...
Saat 04.17'de Malatya şiddetli bir depremle sarsıldı.
Zeki, ne olup bittiğini anlamadan, kesilen elektrikle karanlıkta kalmış, kulakları sağır eden gürültüyle de ne yapacağını bilmez bir halde sağa sola kaçışmaya başlamıştı.
Kendini evden dışarı atamadan, oturduğu dairenin yer aldığı bina büyük bir gürültüyle çöktü ve üzerine düşen moluzun altında kalan delikanlı oracıkta can verdi...
Basından...