Deprem yaşantımızın bir paçası ve hayatımızın içerisindedir. Bizleri öyle etkiledi ki uyanık iken sanki sallanıyoruz. Gözlerimiz sık sık avizelerde ve sallanıyor muyuz mu diye tereddüt ediyoruz. Hayali sarsıntı hissedip korku dolu gözler ile çevremizdeki insanların gözlerini arar olduk.
Birçoğumuz deprem sanki sadece gece olur endişesiyle sabaha kadar uyumayıp gün aydınlanmaya başlayınca uyumaya çalışıyoruz. Uyuduğumuzda da oda ışıklarını açık bırakıyoruz. Uyuduğumuz zaman da kâbus görerek irkiliyoruz. Zeminden ve binasından tereddüt ettiğimiz evlere, kapalı alanlara gidemiyoruz. Evde yalnız kalmaktan korkuyoruz. Bir aydır sokağa çıkabilecek kıyafet ile yatıyoruz. Banyoya girerken tedirgin girip, kısa süre kalmaya çalışıyoruz. Tabii evlerden kaçmaya fırsat bulabilirsek el çantamızı ve telefonlarımızı başucumuzda hazır tutuyoruz. Telefonlarımızın şarjlarını mümkün olduğu kadar dolu tutmaya ve sürekli yanımızdan ayırmamaya gayret ediyoruz. Dar sokaklardan geçerken tedirginliğimiz yine var. Bu davranışların bir kısmı önlem olmakla birlikte korkunun, kaygının, depremin psikolojimiz üzerinde bıraktığı olumsuzluklardır. Zamana yayarak zaman her şeyin ilacı fikrinden yola çıkılırsa, bazı korkular yerleşik kalsa da kendimizi olumsuz duygulardan uzaklaştıracağımıza inanıyorum.
Herkes etkilendi. Ama yansımaları farklı farklı olabilir. Özellikle çocuklar sarsıntıyı yaşadıkları ortama girmemek için direnebiliyor. Okulların açılması, çocukların normal yaşam biçimlerine dönmeleri, onları sürekli aynı konuların konuşulduğu ortamdan ayıracağı için onlara daha iyi geleceğine inanıyorum.
Çadır görüntüsü içimizi sızlatırken, -19 derecelerde evlerimizde ısınırken, kendimizi suçlu hissetmedik mi? Bembeyaz kara gömülü çaresizlerin yaşadığı beyaz çadırlar canımızı yakmadı mı? Çadırlarda yaşayanların banyo, tuvalet gibi doğal ihtiyaçlarını karşılamaları mümkün müydü? Tek sorun yemek içmek değildi. Depremzedelerin herkese söyleyemedikleri ihtiyaçları vardı. İç çamaşırlarını dahi günlerce değiştiremeyen insanlar oldu.
Belki karamsar bir tablo ama gerçekler yolda. Neler mi? Büyüklüğü böyle fazla olan depremler su ve kanalizasyon şebekesine hasar verebilir. Yer altı filmlerinin çekilebildiği bir teknolojiye sahip iken ivedi olarak bu konu ele alınmalıdır. Kanalizasyondan sızıntı olursa baş edilmesi zor bulaşıcı hastalıkların çıkması büyük ihtimaldir. Sadece yer üzeri ile değil, yer altı ile de ilgilenilmelidir.
Merak ettiğim halde gitmeye cesaret edemediğim 1800 evlere birkaç gün önce gittim.
Virane olmuş mahalleye mi yanarsın?
Evlerinin yıkılışını gözlerini silerek izleyenlere mi yanarsın?
Eski ama hayat dolu, komşuların birbirlerine seslendikleri balkonların çöküşüne mi yanarsın?
Ömür boyu güçlükle parasını denkleştirip aldığı evin birkaç saniye içerisinde kendisini terk edişine mi yanarsın?
O gariban insanın nerede, hangi şartlarda yaşamını nasıl devam ettireceğine mi yanarsın?
Gece karanlığına bürünmüş anılar ile dolu üst üste çökmüş ya da çatlamış hüzünlü binalara mı yanarsın?
Geçmişini kayıp etmiş geleceğini göremeyen insanın bakışına mı yanarsın? Duygusal anlar ve sorular sıralandıkça sıralanır.
Deprem önlenemez, olan olmuştur. O kadar kendimi kaptırmıştım ki yalnız olduğum halde o tabloyu gördükçe gözlerim dolarak, yazık çok yazık… Sana ne oldu güzel Elazığ’ım, nasıl ayağa kalkacaksın aziz şehir cümlelerini tekrarlayarak yol alıyordum. Bu olumsuzlukları çözmek kimsenin becerisi içerisinde değildir. Yola devam ettim, Malatya yoluna çıktım. Malatya yolu toz bulutu. Aracın camı hafif açıktı, bir an genzimin yandığını hissettim. Yolun soluna baktığımda göz gözü görmeyen toz bulutu. Yıkımdan dolayı rüzgârın yönüne göre Malatya Caddesine doğru gelen toz bulutu da sinir bozucu oldu. Neden önlem alınmamıştı? Yıkımda meydana çıkan sadece toz mu? ya içeriğinde solunum yolu ile aldığımız asbest… Son derece tehlikeli.
Asbest iyi bir yalıtım malzemesi olduğu için eski binaların yapımında kullanılmıştı. Binalarda en yaygın kullanım alanları çatı, yer ve tavan kaplamaları, yangına dayanıklı yalıtım panelleri, kaloriferler, kazanlar, asbestli çimentodan yapılan ürünler, atık su boruları, derzlerde kullanılmıştı. Ne oldu? Yıkılınca asbest toz zerreleri halinde insanlar tarafından solundu, akciğerlere gönderildi. Önlem alınmadan iş makinaları işe koyuldu. Merak ettim ben mi böylesine rastladım yoksa sürekli mi böyle diye. Çevrede oturan arkadaşlarıma gittiğimde yıkımın sürekli bu şekilde olduğunu, toz bulutu altında kaldıklarını söylüyorlardı. İşte vur gitsin mantığıyla yıkım olursa…
Hali hazırda başlayan göç gün geçtikçe artacaktır. Hem de nitelikli göç verip, zaten aldığımız niteliksiz göç daha da artacaktır. Resmi olmayan rakamlara göre bir ay içerisinde 14 bin kişi göç etti. Nüfusun en az % 15-20 arasında göç edeceği tahmin edilmektedir. Bu göç yaza doğru okulların tatil olmasıyla artabilir.
Fırat Üniversitesi 24 Şubat 2020 Pazartesi günü eğitime başladı. İlk hafta olması nedeniyle de olabilir, deprem kaygısı ile ailelerin çocuklarını göndermek istemedikleri bilgisi de geldi. Gelecek hafta öğrenci tablosu netleşir.
Pazar Günü Sayın Milli Eğitim Bakanımız Elazığ’a geldiler. Müjdeli haberler vereceğini umuyordum, umutluydum. Anladığım kadarıyla çocuklarımıza puan katkısı yok. İl idarecileri ne yaptıysa onunla yetinildi.. Bakanın neden geldiğini anlamadım ya da basından haberleri kaçırdım. Anlayan varsa beni aydınlatırsa sevinirim. Atatürk Kültür Merkezinde toplantı yapıldığını biliyorum, içeriğini bilmiyorum. Görsel olarak sosyal medyada gördüğüm öğretmenlerin Sayın Bakan ile resim çektirip paylaşma çabası vardı. Eğitim adına, mağdur çocuklar adına hangi sıkıntıları dile getirip ne istediler? Ek puan hayalimiz başlamadan yok oldu zaten.
Deprem hasar kalıntıları korkarım ki her geçen gün artarak mutsuzluk ve umutsuzluğu tetikleyecektir.