Şehit Başbakanlardan Rahmetli Menderes’in çok veciz bir sözüyle başlığımıza uygun hareket edelim; şehit merhum başbakan; “tarihi ak ve kara olarak iki zıt kutba bölerek düşünmek bugünü de ak ve kara olarak görmemize sebep olur, kaldı ki tarih ancak öğrenmek için var olur.” demiştir.
“Bu memleketteki zulüm devri İsmet Paşa ile onun iktidardan düşmesiyle kapanmıştır. (İsmet Paşa) hırsı için bu memleketi bir baştan öte başa ateşe vermek isteyen adamdır. Paşa yeter artık! Bu memleketi bizim gibi memleketin içinden gelmiş olan insanlar idare etsin!” Dedi ve sonrasındaki gelişmeler onu idama kadar götürdü..
“Şimdi arkadaşlar, şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır” diyen sağır İsmetlerden günümüze değişen ne var?
“55K” koduyla, 5 Mayıs, Saat 5’te Kızılay Meydanı’nda toplanan dönemin öğrenci hareketleri sırasında Adnan Menderes eylemcilerin arasına girer, o sırada bir genç Menderes’in boğazını sıkar.
Menderes, “ne istiyorsun” diye sorduğu gençten “hürriyet istiyorum” yanıtını alır.
Bunun üzerine Menderes, “ Bir başbakanın boğazını sıkıyorsun bundan ala hürriyet mi var?” ifadelerini kullanır..
Gençliğin o günden bugüne demokrasiye bakış açısında ne tür bir değişim var? Kullanıma müsait en doğru alan.. Yazık..
Şehit merhum başbakan Adnan Menderes, idam edilmeden önce cuntacılara hitaben yazdığı mektupta onlara dargın olmadığını belirtiyor ve mektubunda şu ifadelere yer veriyordu;
"Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki 'Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir.' İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok.
Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz?
Şunu da söyleyeyim ki milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950'de olduğu gibi kurtarabilirdim.
Dirimden korkmayacaktınız ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes'in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen duam sizlerle beraberdir."
Diyerek ölüm sehpasına başı dik bir şekilde giden, götürülen Menderes o yıların efendilerine anlayacakları dilden bir miras bıraktı..
Bir diğer büyük şahsiyet, Sultan Abdulhamid;
Türk tarihinin en çok tartışılan liderlerinden biri olan Sultan Abulhamid’i anlamadan onu öğrenmeden ahkam kesmek elbette ki Menderes’in de dediği gibi ak ve karayı karıştırmak olur.
Bizden biri değil Edward Earle. Kendisi Amerikalı yazar. “Bağdat Demiryolu Savaşı” adlı eserinde Abdulhamid Han’ı şöyle değerlendirmektedir:
“Sultan ne olursa olsun hiçbir zaman aptal değildi. Bağdat demiryolu imtiyazını verirken bu akıllı ve aynı zamanda vehimli otokratın bir Alman tuzağına düşmüş olduğunu düşünmek saçmalık olur. Sultan Hamid’in vermek âdeti yoktu. Vermekten kaçınamaz duruma düştüğü zaman da daima kendisi ve imparatorluğu için sonunda kâr getirecek şeyler verirdi. Lord Curzon’un dediği gibi Sultan Hamid’e göre en büyük iyilik, dışarıya değil içeriye yarayan iyilikti.”
Aynı yazar adı geçen eserinde o dönemin manzarasını da şöyle çizmektedir:
“Asya Türkiye’si ayrıca misyonerlerin kaynaştığı bir kovan gibiydi. Protestanlar, Müslümanları Hıristiyan yapmaya çalışıyorlar, Katolikler Ortodoksları Vatikan’a bağlamaya uğraşıyorlar, Ortodokslar Rumları kiliselerine bağlı kılmaya zorluyorlardı. Modern Türkiye’nin kalkınmasında kültürel önemleri olmakla birlikte, misyonerler, Sultan için ciddi bir siyasi sorun teşkil ediyorlardı.. Bu misyonerler ve din adamları, dünyanın hiçbir ülkesinde, Türkiye’deki kadar emperyalizme hizmet etmemişlerdir.”
Amerikalı yazar kadar bile ufuklarını genişletmeyi bilememiş bizim içimizdeki demokrasi naracıları elbette ki kendi atasına bile çamur atmayı marifet sayacaktır.
Misyonerlerin Abdulhamid’i siyasi bir sorun olarak önlerindeki en büyük engel olarak görmeleri elbette ki tesadüf değildir..
Bizzat Ermeni ve Yahudilerin suikast girişimlerine maruz kalan bir lider için dahildeki demokrasi, insan hakları ve özgürlük safsatacıları düşünceleriyle Ermeni ve Yahudilerin düşünceleri arasında hala bir fark bulunmamasını müşahede etmek daha da acıdır.
Batı yukarıdaki alıntıda belirtilen faaliyetlerin içinde iken acaba o günkü toplum veya toplumun bir kesimi ne yapıyordu?
Bu sualin cevabını ise milli şair Mehmet Akif’in Safahat adlı eserinde arayalım:
“Bunun da hikmeti: millette bir değil vicdan.
Vatan gülünce, bizim muhteem vatandaşlar
Tahammül etmez olur, ekşi çehreler başlar!
Mesâib etmeye görsün zavallı mülkü zebûn;
Asık suratlıların hepsi münbasit, memnun!
Nasıl bu memleket âtiden olmasın mevmid?
Ufuklarında sönük bir ziya, cılız bir ümid
Belirmesiyle bakarsın deminki, baykuşlar
Meşimesinde fezanın o nûru boğmuşlar!
Koşarken Avrupa tâcile ihtizarımızı;
İçerde bir sürü hain kazar mezârımızı!”
Mehmet Akif burada Avrupa derken herhalde bütün emperyalistleri kastetmektedir.
Kıskaç tamamlanmış, imparatorluk kuşatılmıştır.
Keçecizade Fuad Paşa’nın batılı diplomatlara “siz dışardan biz içerden uğraşmamıza rağmen yıkamadığımızdan dolayı bu büyük devlettir” dediği Osmanlı İmparatorluğu direnmesinin son kertesine gelmişti.
Daha sonraları büyük komutan ve devlet adamı Gazi Mustafa Kemal, harici ve dahili bedhahlardan bahsederken tarihten bihabersizlere ve Akif’in “içimizdeki bir sürü hain dediği” muhteremlere bu şekilde gönderme yapmıştır.