Hz. Muhammed’in amcasının oğlu ve ona ilk iman eden müminlerden olan Hz. Ali, aynı zamanda Hz. Peygamber’in damadı ve kâtibidir. Hz. Ali, başta kahramanlığı, cesareti, cömertliği, takvası, ehl-i beytten oluşu ve diğer üstün meziyetleri sayesinde Arap halkları dışındaki diğer halklar tarafından da benimsenmiş ve çok sevilmiştir. Anadolu coğrafyasına hiç gelmediği bilinmesine rağmen bu topraklarda onunla ilgili çeşitli inanış, rivayet ve efsaneler asırlardır halk arasında dillendirilmektedir.
Bizim köyde (Baskil- Ballıca) üzerinde küçük bir ayak izi olan büyük bir taş vardı. Çocukluğumuzda, bu taştaki iz için “Hz. Ali buraya ayak basmış” sözlerini etraftan işitir ve üzerinde namaz kılıp dua okurduk. Elbette taşın bir hazinenin işareti olma ihtimalini büyüyünce anladık. Hiç düşünmezdik Hz. Ali’nin bu dağ başında ne işi olabilir diye. Anadolu’nun bazı yerlerinde onunla ilgili böyle inanışlar, yer adları vardır. Maraş’taki Ali Kayası, Turhal’daki Kesikbaş Camii, Gaziantep Nizip’teki Taşbaş Tepesi, Sivas’taki Gezbel Geçidi, Tunceli’deki Düldül Tepesi gibi...
Hz. Ali’nin Türk kültür ve edebiyatına ne kadar çok tesir ettiğini doktora tezimi yazarken anladım. Diyebilirim ki Hz. Peygamber’den sonra hakkında en fazla edebî tür teşekkül etmiş din büyüğü Hz. Ali’dir. Özellikle onun yüzlerce cenk-nâmesi, 13. asırdan 20. asra kadar halk arasında okunmuş ve anlatılmıştır. Eskiler daha iyi hatırlar, televizyonun hayatı teslim almadığı zamanlarda büyükler Hz. Ali’nin cenk hikâyelerini, kahramanlıklarını anlatırdı. Onun Hayber Kalesi cengini herhalde duymayan yoktu. Hatırlarsanız Şener Şen’in Zügürt Ağa filminde de bir sahnede buna işaret edilmişti.
Hz. Ali’nin cenkleri gibi menkıbeleri de bir hayli fazladır. Burada onun daha evvel duyulmamış ilginç bir hikâyesinden söz edeceğim. Söz konusu hikâyenin kaynağı; Ankara Milli Kütüphane’de iki adet nüshası bulunan manzum bir el yazma eserdir. İlk defa tarafımca keşfedilen bu hikaye, H. 1165/ M 1751-1752 yılında mecmuaya kaydedilmiş olsa da dil özelliklerinden daha erken devirlerde yazılmış olabileceğini zannediyorum.
Sarih yani açık ve anlaşılır bir Türkçe ile nazmedilen “Kıssa-i bî-namâz” başlıklı hikâye, 101 beyit kadar olup mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır. Namaza kılmayan bir kimse yüzünden Hz. Ali’nin düştüğü durumlar ibretlik bir dille anlatılmış olup namaz kılmakla ilgili nasihatler verilmiştir. Mu’âz b. Cebel tarafından rivayet edildiği belirtilen kıssanın konusu özetle şöyledir:
Bir gün Hz. Ali, gazaya gitmek üzere hazırlık yapar. Evde olamayacağı için eşi Hz. Fatıma’ya bazı tembihlerde bulunur. Hz. Ali, eşine, kapısına gelen herkesi misafir etmesini yalnızca namaz kılmayanları evinde ağırlamamasını söyler. Zira Hz. Ali, kıyamet günü azap çekmemek için namaz kılmayan bir kimsenin yüzüne dahi bakmamaktadır.
Hz. Ali, İslam için savaşmaya gider ve bir gün onun evine “Tanrı dostuyum” diyen birisi misafir olmak ister. Hz. Fatıma, ona kim olduğunu ve nereden geldiğini sorar. Misafir zat, Yemen diyarından geldiğini ve çaresiz kaldığını söyleyerek Hz. Fatıma’dan kendisine yardım etmesini rica eder. Hz. Fatıma da o misafirin namaz kıldığını düşünerek Allah rızası için evinde ağırlar ve onu bir yere yerleştirir.
Hz. Fatıma, zor durumda kalan bu zata yardım ettiği için sevinir ve ona abdest alıp namaz kılması için Hz. Ali’nin ibriğini verir. Misafir, namaz kılmayan biridir ve abdest almaz. Ertesi gün bu zat uyanır ve kendi yoluna gider. Hz. Fatıma gelir ve ibriğin dolu olduğunu görünce onun bî-namaz (namaz kılmayan) olduğunu anlar ve feryat etmeye başlar. Onun ağlamasını duyanlar Hz. Hasan ve Hüseyin’in öldüğünü zanneder.
Hz. Fatıma’nın evine gelen halk, ona niçin ağladığını sorunca olanları anlatmaya başlar. Bilmeden bî-namazı misafir ettiği için günah işlediğini söyler. Bu esnada Hz. Ali, gazadan döner ve onu ağlar vaziyette bulur. Hz. Ali, oğullarının öldüğünü zanneder ve o da ağlamaya başlar. Hz. Fatıma, başından geçenleri Hz. Ali’ye olduğu gibi anlatır.
Hz. Ali, bî-namazın kaldığı yere giderek onun gece uyuduğu yerin toprağını kazmaya başlar. Toprağı bir çuvala doldurur ve sırtına alarak denize atmak için yola düşer. Denize varınca toprağı atmak ister ancak deniz gürleyerek dile gelir ve toprağı dökmemesini ister. Bu esnada denizdeki balıklar da çığlık atar ve “bu toprağı buraya dökmezsen kıyamete kadar sana dua ederiz” diyerek Hz. Ali’yi toprağı dökmemesi için vazgeçirmeye çalışırlar.
Hz. Ali, bu durumdan korkarak toprağı tekrar sırtına alır ve yedi gün boyunca yol gider. Deniz toprağı kabul etmeyince toprak, Hz. Ali’nin arkasından gitmek istemez. Hz. Ali, bu işten öyle korkar ki kıyamete kadar toprağı sırtında taşıyacağını sanır. Hz. Ali, toprağı tekrar eve götürür ve Hz. Fatıma’ya, babası Hz. Peygamber’e bu durumu bildirmesini ondan yardım istediğini söyler. Hz. Fatıma da başlarına gelen halleri bir bir ona anlatır.
Hz. Peygamber, kızı Hz. Fatıma’ya o toprağı sık ormanlık bir alana dökmeleri gerektiğini bildirir. Bu esnada dağların çığlıklarına da aldırış edilmemelidir. Hz. Fatıma, Hz. Ali’nin yanına gelir ve Hz. Peygamber’in tavsiyelerini iletir. Buna sevinen Hz. Ali, toprağı tekrar yüklenerek dağa doğru gider. Dağ, bağırmaya başlar ve toprağı dökmemesini, onun kokusuna dayanacak güçlerinin olmadığını söyler. Hz. Ali, dağa cevap verir ve üzülmemesini, Allah’ın bu toprağı bu şekilde bırakmayacağını, Hz. Peygamber’in böyle buyurduğunu bildirir. Hz. Ali, toprağı dağa döker ve evine giderek Allah’a çok şükreder.
Allah, o bî-namazın toprağından bir domuz yaratır. Melekler, bu domuzun kokusuna dayanamaz ve “Allah” diyerek Hz. Peygamber’den kendilerini kurtarmasını ister. Allah, Hz. Cebrail’e emreder ve domuza kanadıyla vurmasını buyurur. Hz. Cebrail, kanadıyla ona vurur ve yere düşürür. Taşlar, inlemeye başlar ve kendilerini bu beladan kurtarmalarını ister. Allah ona hiddetlenir ve orada durmamasını emreder. Domuz, o dağdan gider. Nereye varsa kokusundan dağ, taş erimeye başlar. Hangi suya değse ikiye böler, hangi dağa varsa onu yamultur.
Hikâyede namaz kılmayanın akıbetinin ve yattığı yerin böyle olacağı belirtilerek nasihat edilir. Hikâyeye göre; namaz kılmayanı toprak bile kabul etmeyecektir. İnsanların gözünü korkutmak için halk arasında anlatılan bu hikâyenin kaynağını tespit edemedik. Toprağın insanı kabul etmemesi, halk arasında çok sık geçen bir batıl inanış olup bazı kimseler için de söylenmektedir.
Mümkün olduğu kadar el yazma mecmualar arasında tespit ettiğim Hz. Ali’nin böyle ilginç menkıbelerini neşretmeye devam edeceğim. Vesselam.