Korona günlerinde en korunaklı yerler haliyle evler.Gündelik yaşamın koşuşturmasıyla ihya yerine ihmal ettiğimiz mekanlar.
Türkçemizde yaşam alanımızı “ev bark, yuva ,hane ,konut, mesken” birçok sözcükle tarif ederiz.
Misal, konut sözcüğü “konmak “eyleminden geliyor. Kuşların bir dala tüneyip yuva yapmasından esinlenip insanın yerleşme eylemi üzerine “konak “sözcüğü bina edilmiştir.Bu sözcükten de “konaklama” gibi anlam çeşitlemeleri oluşmuştur. Hatta Tevfik Fikret’in Aşiyan (Kuş Yuvası ) diye bir konağı vardır. Edebiyatçı dostlarıyla burada buluştuğu rivayet edilir.
Eskiler “dünyada mekân ahirette iman” demişler. Bunu söylerken herhalde, gökdelenler dikin, başınız göğe ersin ! dememişler. Gösteriş, zenginlik alameti olsun diye böyle bir kelam etmemişler elbette. Evvelce evlerin, insanla bütünleşik, sağlığa sıhhate uygun, gönle ferahlık verici olmasına özen göstermişlerdir. Sözgelimi sayıları günden güne azalan kerpiç evler, kâgir evler, cumbalı evler yıl olmuş 2020 insana hayranlık sonrasında da huzur veriyor.
Ev konulu bir yığın şiir, şarkı türkü yazılmıştır.Romanların karakteri de kahramanı da evler olmuştur bazen.
Melih Cevdet Anday Apartman şirinde
Dün iki katliydi. Bugün üç katli
Derken
Dört katlı, beş katlı, altı katlı
Yükseliyor efendim yükseliyor,
Memleket yükseliyor diye noktalamıştır.
Şair binaların yükselmesini “memleketin “ yükselmesine bağlamış aslında toplum olarak yaman bir çelişkimize parmak basmıştır. Çok katlı yüksek yapıların yükselmeye hız kazandığı zamanlarda başımızı kaldırıp “Ne binalar yapmışlar, buralar ne kadar da gelişmiş demedik mi? Sonrasında üzerine titrediğimiz o koca koca binaların debdebeli iş hanlarının üstümüze düştüğüne şahit olduk.
Şair, Necip Fazıl Kısakürek yine Apartman şiirinde:
Sır vermeye alışkan
Üst üste insan türü,
Bu ne hayat, götürü!
Yakınlıktan ötürü
Kaçıp gitmiş yakınlık...
Bu vesileyle apartmanın insanın yaşama alanını nasıl daralttığını mekânsal yakınlığa tezat insanların birbirine ne denli uzak olduğunu ustaca bir kelime oyunuyla aşikar etmiştir.
Cumhuriyet Dönemi şairlerinden Ziya Osman Saba ise “Beyaz Ev” şiirinde birçok insanın alıp başımı gideyim! Deyip hayalini kurduğu fakat ne yazık ki binde bir kişinin sahip olduğu masalsı mekânları düşleyip iç çekmiştir.
Gözlerimin önünde hep aynı beyaz ev.
Her dağ yamacına kurduğum,
Beliren her su kenarında,
Pembe damlı, yeşil panjurlu, balkonlu,
Balkonuna tırmanan sarmaşık.
Gece, pencerelerinden sızacak ışık,
Kışın tütecek bacası.
Yine Cumhuriyet Dönemi şairlerinden “Ev Şairi” dersek abartmayacağımız şair Behçet Necatigil ‘in Evler şiirinden bir bölüm :
Evlerin çoğunda dirlik düzen
Kalan bir hatıra oldu geçmişte.
Gönül almak, hatır saymak arama.
Evlatlar aileye asi işte,
Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden.
Evlerde nice nice cinayetler işlendi,
Ruhu bile duymadı insanların.
Dört duvar arasında aile sırları,
Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın,
Gözyaşlarıyla beslendi.
Necatigil, şiiriyle Ziya Osman Saba’nın çizdiği masalsı evin karşısına 21.yy ailelerinin evlerini gerçekçi bir biçimde tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir.
Ev, temalı şiirlerde şairlerin birçoğu betonlaşma, fiziki yüksekliğe karşı insani değerlerin alçalmasında haklı olarak sanki ağız birliği yapmışlar. Çünkü “mekân merkezli şiir yazan Türk edebiyatı şairliğin ekseriyeti Cumhuriyet Türkiye’sinin devraldığı “Türk-Osmanlı” mimarisini yansıtan konutlarda yaşamış insanlardır. Misal, “Apartman” şiirini yazan Necip Fazıl İstanbul’da Osmanlı Paşası dedesinin Çemberlitaş Konağında dünyaya gelmiştir.
Çağın algısı, zamanın ruhu elbette zevkleri, tercihleri şekillendiriyor. İnsanların yaşantısının odak noktası, noktaları zemine zamana göre farklılık gösteriyor. Örneğin, Eski İstanbul sokakları, Harput’ta, “makyajla “gençleştirilmeye çalışılan tarihi evler yaşasa da olur yaşamasa da diyebiliriz. İşimize gücümüze önüme bakalım diyenler olabilir.
Benim binlerce lira verip konut kredisiyle aldığım 200 m2 ‘lik site içindeki evimden nostalji merakları ne istiyor diyebiliriz. Ya da balkonunda oturup bir sofra kuramadığımız, sağlı sollu başka binaların sıkıştırdığı tasarımında işçiliğin olduğu Türk mimari estetiğinin yok olduğu konutlarda yaşamaya mecburuz diyebiliriz.
Mahremiyetin tabiatı itibariyle pek olmadığı, bina girişinde balkon karşısında birbirini yabancı soğuk bakışlarla izlediği mahallerde yaşıyoruz deyip ahir zamana gönderme yapabiliriz Sokağına aracımızı park edecek yer bulamadığımız, caddesindeki araba seslerinin kulakları tırmaladığı, egzoz kokularının burunları sızlattığı hallere ben alışığım söyleminde bulunabiliriz.
Ancak hassas ruhlu eski zaman insanları yapım maliyetinden önce insan sağlığına uygunluğu estetiği, yalıtımdan önce mahalleli kavramının sıcaklığını aramışlar yüzden biz başka onlar başka dünyanın insanları.
Yapacak bir şey yok .Denecek son söz herhalde “Evli evine, köylü köyüne…”