Vefasız insan sıfatı taşımak ne kadar kötü bir duygu değil mi?
Bana göre vefasız insan damgası yemek çevrede o insana duyulan sevgiyi, saygıyı, güveni kayıp ettirdiği gibi bence insanın kendisini de değersiz hissetmesidir.
Özellikle günümüzde genç kuşakta arkadaşlıkların artık kısa süreli olduğuna şahit oluyoruz.
Dost sayısı zaten bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar oldu.
Biz olgun yaştaki kuşağı düşünüyorum da ilkokul yaşlarımızdaki, lise eğitim yaşlarımızdaki arkadaşlarımız ile buluşunca mutluluktan adeta sohbet ile geçen sürenin farkına varmıyoruz.
O nasıl candan buluşmalar, o nasıl özlem, o ne güzel paylaşımlar, mutluluğumuz ortak, üzüntümüz ortak.
Artık o arkadaşlık değil kardeşliktir.
Hiç mi çocuk olmadık diye düşünüyoruz.
Çünkü çocuk da olsak asaletimizi korumuşuz.
O zamandan çıkara dayalı arkadaşlık olsaydı, çoktan kopmuştuk.
İlerleyen yıllarda teknolojinin gelişimiyle isimlerini bazen hatırlayabildiğimiz, bazen hatırlayamadığımız 40-50 yıl önceki arkadaşlarımızı bulunca yine o çocukluk temiz yüreğimiz ile iletişimimizi devam ettiriyoruz.
Anılarımızda birbirimiz için yaptığımız fedakârlığı kişi kendisi hatırlamaz iken, karşıdaki arkadaşının halen minnet duyguları ile anlatması da kişinin asaletinden değil midir?
Bu basit bir yardımdır.
Ödevine yardımdır, evine kadar kitap götürmedir, annesi ya da babasının rahatsızlığında arkadaşı ile ilgilenmesidir.
Birbirimize hatırlattıkça da bazen “aferin bize o yaşta iyi düşünmüşüz” diye de yorum yapıp gülüşüyoruz.
Şu gerçek ki; çocuk yaştayken yaptığımız davranışların temelini ailelerimiz kazandırmış olsa dahi halen anılması, halen unutulmaması da onun eseridir.
Bir nesil vefa bildi, vefalı olmayı görev bildi, kendisine yakışanı da vefa bilmektir diye niteledi.
Günümüzde bu anlamda inanın üzülerek, karamsar çevremi izliyorum.
Vefayı bırakın adap, nezaket kuralları bencillik uğruna bazen ayaklar altında.
Bu bencilliğin, nezaketsizliğin, vefa duygusundan yoksunluğu birçok farklı çevrede sık sık görüyoruz.
Özellikle bu nezaket dışı davranışların hak etmedikleri yerlere gelenlerde daha çok görmüyor muyuz?
Kolaylıkla elde edilen koltuklarda, makamlarda içsel zayıflık vardır.
Kendilerini ispatlamaya çalışırken önceki zayıf hallerini kendilerince ört pas etmeye çalışırlar.
Oysa bilen bilir o yetkilerin onlara nasıl verildiğini.
Her meslekte etik davranmak önemlidir. Kendi alanımdan örnek verecek olursam; 27 yıllık üniversitedeki görevimde dikkat ettiğim konulardan birisi de bir arkadaşımın çalışma alanına veya dersine sahiplenmemektir.
Mutlaka her hocanın yıllardır verdikleri dersler vardır.
Hoca artık o ders üzerinde iyice yoğunlaşır. Eminim ki kendisini yetiştiren, biraz da gayretli olan hoca her yıl aynı derse ait ders notlarını güncellerler.
6 yıl önce o zaman ki bir Rektör Yardımcısı da eşime kızarak egosuna yenik düşmüş ve beni bir birimden alarak (hak etmediği makamın hazımsızlığı onu acele ve yanlış tebligatın bana yapılmasında kocaman imzası vardı!) hemen yanı başımdaki birime vermişti.
Yeni yerimde göreve başlarken bölüm başkanı ile ders dağılımı konusunu görüşürken, dediğim şu olmuştu.
“Geldiğim yerde yıllarca aynı dersleri içeriğini yenileyerek verdim.
Burada da bana arkadaşlarımın emek verdikleri dersleri vermeyin.
Hali hazırda girmek istemedikleri dersleri verebilirsiniz, ama tek ricam verilen derslerin artık bende kalmasını isterim.
Çünkü yeni ders notları hazırlayacağım, emek vereceğim.” dedim.
Tabii ki bazen farklı bölümlerden farklı dersler gelebiliyor.
Sağ olsun bölüm başkanım bu konuda hassasiyet gösterdi ve gösteriyor halen.
Gelgelelim bazen başka bölümden hoca eksikliği olduğu için size rica edilir bir derse girmeniz için. İnsanları sıkıntıda bırakmamak için size yük olacağı halde üstlenirsiniz.
Hoca derse ilk yıl öğrenciden daha çok ders çalışır, notlarını hazırlar, faydalı olabilmek için çaba sarf eder. Söz aldığı halde sonraki yıl bakarsınız o ders başkasına verilmiş.
Verdiğiniz emeğin sadece bir eğitim dönemi için olduğunu görürsünüz.
Genelde nedenleri de ya dersi verecek arkadaşı çıkmıştır, ders ücretini vermek için ya da bazen ders hocasına hak etmeyen öğrencinin ders geçme üzerinden baskıları geçersiz olunca da o dersin hocadan alındığı zamanlar ne yazık ki olabiliyor.
Bazen de yıllarınızı verirsiniz ders notlarınız hazırlarsınız, faydalı olabilmek için çaba gösterirsiniz, Sizin emek verdiğiniz, nerdeyse çocukluğunu bildiğiniz aslında zamanında öğrenciniz, şimdi akademisyen olan kişi nezaketen size söylemeden verdiğiniz dersi alır başkasına verir sizin haberiniz olmaz.
Sonra verdiğiniz dersi alan daha gencecik akademisyen dersin üzerinizde olduğunu bildiğiniz halde sizden ders notlarınıza nasıl ulaşılacağını sorar.
O zaman ancak öğrenirsiniz o dersi vermeyeceğinizi, sizden alındığını.
Tabii ki bilgi paylaşımı olmalıdır.
Paylaşılmaması hatadır.
Ancak yıllarca verdiğiniz ders başka birisine verilecek ise nezaketen önceden hoca bilgilendirilir.
Hele bu inceliği atlayan bir de emek verdiğiniz birisiyse paşa olsan ne yazar denmez mi?
işte unvan (etiket) kazanmak başka, o unvanının içerisini doldurmak çok çok farklı ve değerli.
İşte vefasızlık, işte etik olmayan davranış.
O derslerin başka eleman tarafından verilmesi uygun görülse dahi önceden emektar hocanın bilgilendirilmeden ders notlarından yardım istenmesi bence birçok unsuru gözler önüne seriyor.
Özellikle gençlere tavsiyem bazı usulleri bilmiyorsak öğrenelim.
İleriye yürürken nerden, nasıl geldiğimizi unutmayalım.
Böyle insanlar için sadece hayatta nasıl, ne kadar, nereye kadar tutunabilir ve etiketlerinin içini ne kadar doldurabilirler diye kaygım var. Hayat gelip geçici, o makamlardan kimler geldi, kimler geçti.
Önemi olan hoş sada ile ayrılabilmek.