Yıllar önceydi, bir iş ilanı için kapısını çalmıştım Yeni Ufuk Gazetesinin.
Gayet sıcak karşılamış, şuan elemana ihtiyacımız yok ama yine de sizi dinleyebiliriz demişti gazetenin sahibi.
Kendimden emin, özgüvenim tam başlamıştım anlatmaya…
‘Şu tarihten şu tarihe kadar falan Derginin Genel Yayın Yönetmenliğini yaptım, ardından haftalık yayın yapan şu isimli gazetede hem reklam ve abone işlerine baktım hem de Genel Yayın Yönetmenliğini yaptım…
Yayın politikamız şöyleydi, şu şu haberlere imza attık…’
Ben anlattıkça muhatabım can kulağıyla dinliyor, zaman zaman başını kaldırarak gözlüğünün üstünden bana bakarken, bıyık altından güldüğünü de belli ettiriyordu.
Belli ki anlattıklarımın hiç birini ciddiye almıyordu.
Ciddiye alınmadığımı bildiğim için de içten içe sinirleniyor kendimi suçluyordum; ne işin var burada diyerek.
Anlatımlarım bitmişti, sadece kaç yıldan beridir bu dediklerinizi yapıyorsunuz diye sordu.
Nedense bocaladığımı hissettim ve bu çok basit soru karşısında sarsıldım.
Sadece şu kadar yıl söyleyebildim, sesli güldü.
Hayatımda hiç kimse karşısında bu kadar ezilmemiştim. Açıkçası ne kimse ezmişti ne de kimsenin ezmesine ortam yaratmıştım.
Hücrelerimin tümü zangır zangır titriyordu adeta, ağlayasım vardı, gözlerimin dolduğuna engel olamadım, sadece sustum.
O anki psikolojimi anlamış olacaktı ki; “Bizim gazetemizde Genel Yayın Yönetmeni olmak bu kadar basit değil” diyerek adeta beynimden vurdu.
Sonra ekledi; “Elemana ihtiyacımız yok ama anlattıklarınızdan bu mesleği sevdiğinizi anlıyorum.
Demem şu ki; bir gün biz eleman arıyor olursak sizin de işe ihtiyacınız olursa haberciliğin mutfağından başlamayı da kabul ederseniz gelirsiniz görüşürüz.”
Anlayacağınız darbe üzerine darbe yiyiyordum, daha fazla bu adamın egolarını tatmin etmeye de tahammülüm yoktu, teşekkür ettim çıktım.
Aradan kaç gün geçti hatırlamıyorum, hatırladığım tek şey her cümlesinin balyoz darbesi gibi beynimde zonklamasıydı.
Günlerden bir gün işe ihtiyacım vardı ve istemeye istemeye Yeni Camiinin karşısındaki gazeteye doğru gittim.
Neden geldiğimi anlamıştı, ne o bir şey sordu ne de ben ön şart koştum.
Bismillah deyip muhabir olarak başladım çalışmaya.
Gün boyu çalışıyor didiniyor, yoruluyordum ama akşam eve gittiğimde birkaç gün önce ezildiğimi hissettiğim konuşmaların ne anlama geldiğini yeni yeni anlıyordum.
Patronum haklıymış, haber dilini bilmeyen ben kalkmış yılların birikimi olan adamın karşısında iki ayrı yayın organında Genel Yayın Yönetmenliği yaptığımı ballandıra ballandıra anlatmıştım.
Açıkçası yeniden ezildiğimi hissettim.
İşe başladığım gün itibariyle bende şafak atmıştı ama iş işten geçmişti.
İstemeyerek kapısını tıkladığım gazetede yıllarım geçti.
Geçen bu yıllar içerisinde sadece mesleği değil, çok şey öğrendim.
Sonra bir baktım ki burun kıvırarak geldiğim kapı meğerse bir okul, bir ekolmüş.
Neler öğrendik neler… Basın ilke ve ahlak kurallarından tutun da insani değerlere, haberciliğin zorluklarının içerisinden nasıl çıkıldığından tutun da bir yazı karşılığında bedellerin nasıl ödendiğine kadar, neler öğrendik neler.
Bu mesleğin ne kadar kutsal olduğunu, bu mesleğin ne kadar onurlu olduğunu…
Bu meslek erbaplarının duruşları olduğu müddetçe ne kadar itibar gördüklerini…
Dedim ya mesleğe dair neler öğrendim neler.
Çok şey verdi bana göz bebeğim dediğim gazetem. Çok şey kazandırdı bana ustam dediğim adam.
Sadece patronum ustam değil, ailenin en büyük ağabeyiydi bana.
Yeri geldi kovulacak kadar kırdım kızdırdım ama hiçbir zaman şefkat elini, babacan tavrını eksik etmedi üzerimden.
Çok zor şartlar altında mesleğini nasıl icra ettiğine şahit oldukça şaşkınlığım hep arttı ama yaşadığı zorluklar karşısında nasıl dik durduğunu gördükçe de rol model olarak benimsedim kendisini.
En zor anımda da yanımda olan o idi, en mutlu anımda da yanımda o oldu.
Ağabeyimdi, babam gibiydi, aile büyüğümüz olmuştu.
Meslek kariyerim gazetenin mutfağında başladı, muhabirlikten reklam ve abone müdürlüğüne kadar uzandı. Derken bir iki yıl sonra Haber Müdürü, ardından gazetenin Yazı İşleri Müdürü olarak çok güzel haber ve yazıların onay makamında oldum.
*
Hayatımın en zor, en çetin günlerini yaşıyordum.
İzdivacımın ilk adımını atmış eşimle yüzüklerimizi takmış evlilik akdimizi yapmıştık.
Annem hastanede kanserden tedavi görüyordu, babam kader mahkumuydu.
Annemi tek kızının mürüvvetini görsün diye düğün işlerine hız verdiğimiz günlerin birinde kaybettik.
Her şey üst üste geliyor, bütün talihsizlikler sıraya girmişti adeta.
En buhranlı anlarımızda bile bizi teskin edip hayatımızın normale binmesine vesile olan hocam, ustam yeni bir misyon yüklenerek izdivacımın gerçekleşmesini kusursuz sağlamıştı.
Aradan yıllar geçti, annem yoktu ama ben anneydim artık.
Biricik dünyam Ahmet Ege’nin annesi…
Biriciğim 3 yaşına, yaşamımız yoluna giriverirken yuvama yani Yeni Ufuğuma dönme kararı aldım.
Önce sevgili eşimin rızasını ardından hocamın onayını alarak yuvaya döndüm.
Allah nasip ederse bundan böyle haftada bir gün yuvamda, Yeni Ufuk Gazetesindeki eski köşemde olacağım.
Her hafta farklı konularla düşüncelerimi siz değerli Yeni Ufuk okurlarıyla paylaşacak, siz değerli okurlarımızın yorum ve eleştirileriyle yazılarıma farklı boyutlar kazandıracağım.
Yuvama döndüğüm için oldukça mutluyum ve bu mutluluğu bana çok görmediği için de değerli hocama sonsuza kadar teşekkür borçluyum.
YUVAMA DÖNDÜM, MUTLUYUM
Paylaş