Bahçeden bir ses geldi “Pepuu, Pepuu” diye.
İçimi kasvetli bir hava sardı.
Sandım ki Pepuk’un hikayesi geçek oldu.
Sahi bilir misiniz Pepuk kuşunun hikayesini?
Yüreğiniz yansın ister misiniz, gözyaşlarınız aksın?
Sızlasın içiniz her zerresine kadar.
Gülerken ağlamanız tutsun, yaşarken ölmeniz.
Giderken kalacağınız tutsun, sevilirken seveceğiniz.
Dünyada ne kadar acı varsa hepsinin sancısı sizde toplansın ve ahirde bir pepuk olup yârin bahçesine uçasınız ve onun penceresine konasınız.
Sabaha kadar ötesiniz, acı içinde, kıvranarak, yanarak, eriyerek…
O taş kalpliyi mum gibi eritip tüketerek…
Acı insanı zenginleştirir, güzelleştirir, olgunlaştırır. Sana acımı hediye ediyorum; sensizliğimi, yalnızlığımı, berduşluğumu, sarhoşluğumu.
İpe sapa gelmezliğimi, pejmurdeliğimi, hayatı takmazlığımı, insanları ciddiye almazlığımı…
“Yâr”siz yurtsuzum sensiz; vatanım olur musun, toprağım, namusum?
O kadar hüzünlüyüm ki! Nerede hüzne dair bir hikaye okusam yahut duysam ağlarım. İşte senin bende olduğun her an hüzün saatidir. Bu da demek oluyor ki 24 saat hüzündeyim.
Aklın almıyor değil mi?
Varlığın canıma nasıl mana katıp senli anları ölümsüz kılıyorsa yokluğun da beni öylesine anlamsız kılıyor ve sensiz anları cehennem kılıyor.
Neredesin sen? Ahmet Kutsi TECER’İN şiiri aklıma geldi:
“Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar:-Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Âşıkıyım beni çağıran bu sesin.” Ah be güzelim, seni nasıl da özledim?
Burnumda tütüyorsun, buram buram aşk kokuyorsun, papatya kokuyorsun, bahar oluyorsun çiçek dolusu.
Seni içime çektiğim zaman içim cıvıl cıvıl oluyor.
Sensiz inan ki içime çektiğim zehroluyor.
İki küçük kardeş varmış, anneleri ölünce babaları evlenmiş.
Üvey anne sert mi sertmiş, çocukları hep dövüp korkutuyormuş.
Üvey anne bir gün çocukları kenger toplamaları için dağa gönderir.
Erkek çıkardığı kengerleri kız kardeşinin boynunda asılı duran torbaya atıyormuş.
Akşama kadar bir hayli kenger çıkarmışlar fakat bir aksilik varmış; kengerleri koydukları torba delikmiş ve torbaya koydukları bütün kengerler onlar fark etmeden düşmüş, böylece tüm emekleri boşa gitmiş.
Ama erkek kardeş, bundan kız kardeşini sorumlu tutmuş, kengerleri onun yediğini düşünmüş.
Üvey annelerinden görecekleri şiddeti düşününce daha da korkmuş ve iyice sinirlenmiş. Kız kardeşi, “Abi, eğer bana inanmıyorsan karnımı aç da bak!” demiş.
Bunun üzerine erkek kardeş, kız kardeşinin karnını açıp midesini boş görünce onun kengerleri yemediğini anlamış anlamasına ama kız kardeşi de oracıkta ölmüş.
Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abi, bu acı ve vicdan azabıyla Allah’a yalvarıp yakarmaya başlamış: “Allah’ım beni pepuk kuşu yap ve bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağ taş kardeşim kardeşim diye seslenip durayım!”
O gece, çocuğun dileği kabul edilmiş ve çocuk pepuk kuşu olup uçarak kardeşinin mezarının başucundaki ağaca konmuş, kardeşine seslenip durmuş.
O gün bu gündür pepuk dağlarda oradan oraya dolaşarak, kardeşini öldürdüğünü herkese söyler.
Her bahar mevsimi, kengerin yerden bitmesi ile pepuk kuşunun acıklı ötüşü de başlar.
“Phepu ( Pepuu!)
Kheku ( Kekuu!)
Kam kerd ( Kim yaptı? )
Mı kerd ( Ben yaptım. )
Kam kişt ( Kim öldürdü? )
Mı kişt ( Ben öldürdüm.)
Kam şüt ( Kim yıkadı?)
Mı şüt ( Ben yıkadım.)
Ax ax ax ( Ah ah ah! )”
Bahçeden bir ses geldi “Pepuu, Pepuu” diye.
İçimi kasvetli bir hava sardı sandım ki pepukun hikayesi geçek oldu.
Kimdir bana pepuk, söyleyin Allah aşkına?
Kimdir beni öldüren?
Kimdir beni yaşarken gasleden?
Kimdir beni kefenleyip defneden?
Ömrüm hep pepuk olmuş.
Beni yok yere vurmuş o sevgili, kalbimi yarmış, yarıp da kendini görmüş.
Sonracığıma oturup da başucuma bana yanmış, ağlamış.
Şimdi ben o yârin bahçesinde ötmeyeyim de ne yapayım?
Halimi arz etmeyeyim de ne yapayım?
Ne yapayım yârsiz gülüşü?
Nasıl edeyim onsuz yaşayışı?
Nasıl durdurayım gözümdeki yaşı?
Nasıl yutayım onsuz boğazıma takılan aş’ı?