senin sarp ve kıraç dağlarına salınmış bir yılkı atıyım
şah damarım patlarcasına koşuyorum
dörtnala
nefesim kesilircesine
ölürcesine
sana tam kavuştum diyorum ama aldanıyorum
yine tutamıyorum hayalini
kanamıyorum doya doya sana
yetişemiyorum bir türlü
sen hep bir adım öndesin
bir el uzatımlık
bir nefeslik
bir işitimlik
sil baştan koşmaya başlıyorum yine
tozu dumana katarak
ömrümü ömrüne
varlığımı yokluğuna banarak
kendimi harap ediyorum
etimi lime lime,
kemiğimi un ufak ediyorum
gözlerimin önündesin
burnumun ucunda
aklımın tam ortasında,
yüreğimin bütün coğrafyasındasın
ayağının değmediği hiçbir karışım yok
gözyaşlarının ıslatmadığı hiçbir çiçeğim
kapalı koymadığın hiçbir pencerem de kalmadı
bir tarla düşün ki
baştan sona dikenler bitmiş olsun
bir vitrin camını hayal et ki
düşüp paramparça olsun
özümde iyi bir insanım
lakin dışıma bakan beni kötü bilir
o kadar bıraktım ki kendimi
bağbozumuna uğramış gibiyim
hasada
kesata
senin yemyeşil topraklarına konaklamak
ve masmavi gökyüzüne kanatlanmak isterdim
ne ayağım kaldı sana vasıl olacak,
ne de kanadım
kırıldım saç telimden ayak parmağıma kadar
içimden dışıma kadar
bir insan bu kadar mı yok olup gider sevdiği adamdan
ayıp denen bir şey var insanın içinde
günah denen bir mefhum saklıdır insanın canında
yazık denen bir kelime vardır insanın merhametinde
hiç mi acımıyorsun söyle bana
sen böyle taş kesilecek denli var mıydın?
hiç mi tanıyamamışım seni?
hiç mi bilememişim?
hiç değilse mücadelemi yapmış olayım
seni kaybetmemek adına
yarın hakkın dergahına yüz sürdüğümüzde
rabbime şunu diyebilmeyim kendi hesabıma:
"ben sevdim o sevmedi, ben gittim o gelmedi, ben konuştum o sustu"
nasıl da suçluyorum seni gördün mü?
seni rabbime şikayet edecek kadar sevdim işte
seni çaresizce sevdim,
anla diye söylediğim her şey