“Cahildim, dünyanın rengine kaldım.” diye yankılandı bu sözler kulaklarda.
Bir diyardan başka bir diyara ulaştı böylelikle.
Kulaklardan girip gönle vardıktan sonra dilden dile aktarıldı.
Yalan dünyanın aldatıcılığını bizlere anlatmaya çalıştı sazıyla sözüyle beraber.
Anadolu’nun bağrında yeşermişti bu fidan ama kökleri yurdun dört bir yanına ulaşmıştı.
Ulaşabildiği yerlerde birçok kişi onu bu türküsüyle bilir genelde.
Dünyanın geçiciliğine aldanmayın gelip geçici bir hayat için kendinizi hena etmeyin...
Günü geldi en umutsuz anımızda yine onun binlerce anlam yüklü türkülerine kulak verdik, o dipsiz kuyulardan çıkmak için;
“Darda kaldım diye umutsuz olma
Yok iken dünyayı var eden vardır.”
diyerek umudumuzu hiçbir zaman kesmememiz gerektiği ve yaradanın bizleri mutlaka bu umutsuzluk çukurundan çıkaracağını ifade etti.
Umut var oldukça her şeyin mümkün olduğunu öğrendik onun sazından çıkan sözlerden.
Ne olursa olsun beşer o da ve elbet de şaşacaktı. Bir sevdanın peşine düştü ansızın
“Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?”
Aşık olmuştu ve gönlündeki güzeli diyar diyar aramaya başladı.
Bazen buldum sandı ama aldandı bazen de aramaktan yoruldu ancak hiç pes etmedi.
Sözlerinde gizli olan onlarca anlamların en değerlisiydi “sevda”
Onun ilk sevdiği kadın, bulduğu yâri değildi elbette.
“İki büyük nimetim var
Biri anam, diğeri yarim
İkisine de hürmetim var
Birisi var etti beni
Birisi yâr etti beni”
O, kendisini bu dünyaya getiren ve her türlü fedakarlığı yapan anasını hep ilk sevdası kabul etti.
Cennetin ayaklarının altına serili olduğu unutmadı hiçbir zaman. Yüreğinin en özel bir yerini ona emanet etti ki ana oraya gözü gibi bakar daima.
Özel bir yerini de yârine ayırdı yüreğinin.
O da kendisine verilen en güzel emanete sahip çıktı toprak oluncaya kadar.
Ayağına cennet serili anası gibi yârinin de serilecekti elbet ayaklarının altına.
Bunu hiç unutmadan sevdi ve sevildi bir ömür boyu. Kadına yeri geldi bir ana olarak, yeri geldi bir yâr olarak taşıdı başının üstünde ve onlar için belki de en manalı sözü söyledi...
“Kadınlar insandır, biz ise insanoğlu.”
diyerek aslında onların koklanacak en güzel çiçekler olduğunu, dallarının kırılıp, yapraklarının koparılmasından ziyade yeniden filiz vermesini sağlamak gerektiğini anlattı.
Gurbet, onun içinde her daim yer edinmiştir. Hayatının çoğu gurbet ellerde geçti.
Yârdan uzak kaldı yeri geldi, bazen anadan uzak kaldı, kimse pek dillendirmese de onun gurbetlerinden biri de babasıdır.
Bir sevda yüzünden aralarına mesafe girse de iki âşık olan baba-oğul elbette şiisin ve sözğn gücüyle bu gurbetliği aradan kaldırıverdi.
Ancak o yine gurbeti çok güzel ifade etti.
“Gurbette olanların hiçbiri mutlu değildir çünkü gurbet, herkesin yüreğinde taş gibidir.”
Türkülerinde “gönül” ayrı bir yer tutar. İnsanın en hassas yerinin orası olduğunu bilirdi.
Çünkü yaradanın tahtıydı orası heba edilmemeliydi.
“Taşa toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yerdir.” derken bundan daha güzel bir benzetme olabilir mi ?
Oraya gömülü olanın ebediyete kadar yaşayacağını ifade ediyor bu sözleriyle.
Kime değer veriyorsanız oturtun çalabın tahtına da sonsuza kadar hükmetsin oraya...
Bu topraklarda bir yudum su içip, bir lokma yiyen ve bir an olsun nefeslenenler onun türkülerinden nasibini almıştır muhakkak.
Yazıdığı şiirler, hiçbir okulda verilemeyecek kadar güzel dersler içerir.
Dinleyip de etkilenmeyenler yoktur, var ise eğer onlar yürek sandıkları şeyin taştan bir farkı yoktur aslında.
Son olarak şöyle özetlemişti sevdayı üstad;
İnsanın sevdiğini kaybetmesi dişini kaybetmesi kadar ilginçtir
Acısını o an yaşar, yokluğunu ömür boyu.”
Sen de gittin ya üstad işte bizler de acını belki o an yaşadık ama yokluğunu bir ömür boyu yaşıyoruz ve yaşayacağız...
- - - - -