Herkesin dilinde aynı olayın yankıları var , ki birçok olayda olduğu gibi bunda da yankılanıp kaybolacak, ve bu olayın ne zamandan beri süregeldiği, işin içinde tam olarak kimlerin olduğu bilinmiyor. Bildiğimiz tek şey bizlere yaradanın emaneti olan, o cennet kokulu çocukların nefsanî duygular uğruna, üç kuruş daha kazanmak uğruna , bu yalan ve rezil dünya uğruna feda edilmesi!..
Herkesin dilinde öfke kokulu sözcüklerin soğukluğu…
Bu cümlelerle içimizi yakıp yıkan kor ateşi söndürmeye çalışıyoruz belki de… Daha söylenecek çok şey var da… Bunların yanında duyduğum ve artık kabak tadı veren birkaç cümle, “Bu insanlık nereye gidiyor, bu ülkede yaşanmaz, kime güveneceğiz…” gibi artık dile pelesenk olmuş, suçu hep bir başkasında arayan ve kendini o güruhtan ayrıştırmaya çalışan cümleler bunlar. Şunu unutmayalım ki hepimiz bu tür olayların yaşanmasında bir nebze de olsa suçluyuz!!!
Neden mi?..
“Çocuklarınıza zengin olmayı değil, mutlu olmayı öğretin. O zaman sahip olduklarının fiyatını değil, kıymetini bilir.” Doğan Cüceloğlu’nun bu sözünü kaçımız duyduk veya duyduğumuz halde kaçımız anladık, daha doğru bir deyişle kaçımız bu cümleyi hayata geçirmeye çalıştık? Dinimizin bize söylediği “Oku!” emrini çocuklarımıza telkin ederken bunu daha çok bir meslek sahibi olmak ve sadece para kazanmakla eşdeğer tuttuk. Okumanın aslında kişinin kendisini bulma yolculuğunun ilk adımı olduğunu unuttuk, onu nefsinin ellerinin arasına bırakıp yok olmasını seyrettik… Maneviyatı değil sadece maddiyatı hayatın gerçek gayesi olarak anlattık. Hep oku çok para kazan , zengin ol, arabanı al, evini al, istediğin her şeye sahip ol… gibi cümlelerle doldurduk o kutsal emrin altını. Sadece tüketerek mutlu olabileceğini empoze eden Batı kaynaklı düşünceleri bizler de bilip bilmeden hem yaptık hem de çocuklarımıza aşıladık. Böyle olunca da duyguların, ahlâkın, güzelliğin hiçbir anlamı kalmamış oldu. Onları da tükettik… Daima çocuklarımıza zengin ve ünlü insanları örnek gösterdik. İyilik yapan, insanlara kibar davranan, kimsenin gıybetini yapmayan, kimsenin malında ve canında gözü olmayan insanları örnek göstermedik hiçbir vakit. Önümüze konan üzümün tadına baktık da hangi bağdan getirildiğini sormadık! Çocuklarımıza, gençlerimize bizim geleceğimiz olanlara sadece para kazanmanın yollarını öğretmeye çalıştık. Elbette kimseye muhtaç olmamak için çalışıp, alın teri döküp para kazanacağız, bunda hemfikiriz ancak atladığımız önemli noktalar var. Gençlere doğruyu ve yanlışı, helâli ve haramı haklıyı ve haksızı anlatmadık. Emeksiz kazancın hiçbir şekilde hak olmadığını anlatmadık. Hayattaki asıl gayesi para kazanmak olan birinin; bu uğurda her yolu mübâh görmesi, insan hayatını hiçe sayması, hiçbir değere sahip olmaması elbette olağan bir hâl alıyor.
Fazla uzağa bakmanıza gerek yok. Kendi etrafınıza mahallenize,sokaklarınıza, evinize şöyle bir bakın. Gençlerin dillerinden dökülen cümlelere şahit olduğunuz zaman nelere önem verdiklerini görebilirsiniz. Napolyon’un o meşhur sözü hep dillerinde zaten(!) Dilleri ve ahlâkları sokaklardan daha kirli.
Daha çok şey anlatılır da…
Bu tarz olayların faillerine gereken ceza verilmeli ve mutlaka caydırıcı olmalı. Yaktıkları canlar kadar canları yanmalı. Gerçi yaşamaya hakları da yok bunların ama işte…
Cezalar vererek caydırılabilinir insanlar ancak bu da kesin çözüm olmaz. Bizler bu tür olaylarda çuvaldızı kullanmayı çok severiz de iğne aklımızın ucundan geçmez. Hepimiz şapkayı önümüze koymalı, aynanın karşısına geçmeli ve nerede hata yaptığımızı görmeye çalışmalıyız. Üzerimize düşen küçücük bir görev dahi varsa bunu çekinmeden yapmalıyız.
“Mükemmel değil, iyi insanlar yetiştirmeyi hedefleyin.” demişti yine Doğan Cüceloğlu. Mükemmelliği yakalayacaksak bunu “iyi insan olma” konusunda yakalamalıyız.
Yaşanılan bunca olumsuzluğa karşın umudumuzu kaybetmemeliyiz hiçbir an. Nefes alabiliyorsak yaşam devam ediyor ve gecenin sonunda elbet şafak sökecek, güneş doğacaktır. Karanlığa küfredip durmamın bir faydası olmaz. O cümleler boşlukta yankılanıp yitip gidecek. Bizlerin o karanlıkları aydınlatabilmesi için bir mum yakması gerekir!..