Hiç yalnız değilsin, mumun etrafı gibi kalabalık başın.
Pervaneler dört dönüyor sırf sana katabilmek için kendilerini.
Bu yüzden sen de başını şöyle kaldırıp bakamıyorsun o fasit dairenin dışına.
Bu kalabalığın kuru bir kalabalık olduğunu düşünüyorum ve seni ziyadesiyle meşgul ediyor.
Laf cambazları şimdi sarf ediyordur en âlâyyül âlâ sözlerini, en müstesna şiirlerini diziyordur şairler senin huzurunda, ressamlar en muhteşem resimlerini çiziyordur bir tablo gibi senin ve şarkıcılar en güzel nağme ve melodilerle adını söyleyerek herkesin kulağının pasını siliyordur.
İşte bu vaziyet içinde sana ulaşamamanın acziyeti ve mağduriyeti içinde sancılanıyorum.
Kimin seni var ki böyle? Gökteki en parlak yıldızdan daha parlak, yerdeki en güzel çiçekten daha güzel…
Baktı mı insan gözleri kamaşır ve bir güzellik hissi yayılır saçından tırnağına kadar.
Bir yel eser kokunu getirir, bir gül boy verir yanağına teşbih olur, bir servi endamın olur.
Dişlerin inciden pahadır, kirpiklerin en yalınkat askerin okundan daha sivridir, Allah korusun değdiği canı alır.
Kaşlarınsa bu canı hedef eden kirpiklerinin gerildiği yaydır.
Bilmem ki bu benim dilimdeki nasıl bir vay’dır?
Rabbim özene bezene yaratmış seni ve güzelliğin numunesi diye de yeryüzüne indirmiş.
Seni gören kendinden geçmez de ne olur?
Etrafın sen sarhoşu, bu yüzden onları yargılamaya hakkım yok.
Bu dünyada bir gözün görüp görebileceği en güzel şeysin sen.
Şimdi nasıl çıkacağım ki bunların arasından da gelip seninle iki hoş kelâm edeceğim, mümkün mü?
Sesini duyan kulak dünyanın en güzel kulağı olur.
Seni gören göz dünyanın en güzel gözü olur.
Sana açılan dudak dünyanın en güzel kokularını getiren nefes olur.
Yani demek istediğim şu ki sana bulaşan her şey mutlaka ezeli ve ebedi bir güzelliğin parçası olur.
Bütün hissiyatımı en nadide kelimelerle bir mücevharat gibi dizmek istiyorum ak gerdanının sayfalarına ki bu inciden gerdanlığın ederi senin gerdanına takıldıktan sonra ortaya çıkar: Paha biçilmez olur.
Kimi sana bakmak, kimi sesini duymak, kimi elini tutmak, kimi bakışına bir kerecik de olsa mazhar olmak için etrafında.
Herkesin bir mecburiyeti, meftuniyeti illaki var.
Herkesin yolu bir şekilde sana çıkıyor.
Bütün kalplerin çıktığı adres sensin.
İşaret parmakları seni gösteriyor.
Yolda ve darda kalanların, gidecek başka kapısı olmayanların…
Sana göç var ve bu herkesin iradesi dışında oluyor.
Dünyanın en güzel göçü desem mübalağa etmiş sayılmam. “göz hakkı” diye bir şey var bizde, belki de insanlar güzelliğinin göz hakkı için sana geliyor.
Yüzündeki nikabı şöyle hafiften çekip yarısını dahi göstersen gülcemalinin -eminim ki- bunu görenlerin çoğu yığılıp kalır olduğu yere.
Şarabın sarhoşluğu olsa olsa insanı ayıltan bir sarhoşluk olur.
enin sarhoşluğun asla geçmez.
Bir kere o sarhoşluğa düşen ömür billah kendisini kurtaramaz bir daha senden.
Diyelim ki geldim yanına, işte bir başka sorun da burada başlıyor.
Kalır mıyım ben bende o an?
Seni bulurken kendimi aramaya başlıyorum.
Kendimi bulunca da seni aramaya başlıyorum.
Bunu ifade etmeye kudretim yok.
Kalemim kavi değil o kadar, kâğıt bu hisleri taşıyacak kadar yangına dayanaklı değil.
Bu arayış mahşere kadar sürsün istiyorum çünkü bu arayışın cana kattığı lezzetin – ki bu lezzet hüzünle sunuluyor – asla emsali yok.
İşte hâlim bu.
Ne tarafa dönsem sen varsın aklımda ne düşünsem sen geliyorsun aklıma.
Çaresi yok bunun ki olmasını da istemiyorum zaten.