Türk toplumunun asırlardır kullandığı çok eskilere dayanan bir deyimimizdir “tadı kaçtı”. Yazılı olmayan, kanunlarda yasalarda yeri olmayan, insanların, hepimizin, ortak aklın hemfikir olduğu ve memnuniyet duyduğumuz ne çok uygulamalarımız vardır. Bahis konusu uygulamalar ağaçları da içine alır çiçekleri, hayvanları da, insanımız merhametli ve vicdanlıdır. Hayat akışımız içerisinde ve bizlerin sahibiymiş gibi davrandığı ve hiçbirimizin sahibi olmadığı sokak hayvanlarımız vardır, eziyet gördüklerinde, dışlanıp kötü davranıldığını fark ettiğimizde tadımız kaçar. Köyümüzün, mahalle ya da semtimizin bir bölümü, kısmı ağaçların yoğun olduğu haldedir. Orman değildir ama en az yüzden fazla ağaç barındırır bünyesinde, barındırdığı sadece ağaçlar değil o bölgede yaşayan ya da göç etmiş kişilerin çocukluk anılarını da yine o bölgede yaşayan insanların ekseri sevdiği ile el ele tutuşup yürümesini, karşılıklı sevgilerini dile getirip sözler verdiğini de. Ne ağaçlar kesilsin istersin ne de o ağaçlık bölgede yaşayan irili ufaklı kedisinden köpeğine, sincap, kirpi gibi hayvanların yok edilmesini. Yok edilen ya da başka plan ve kurallarla başka yere aktarılması hayvanların, tadını kaçırır insanın, tadımız kaçar.
Mahallelerin, köylerin, semtlerin kendilerine has oluşturulmuş bir kültürleri, ortak gelenek haline getirdikleri kuralları ve doğruları vardır. Toplum olarak bizler temizlik ve düzene önem versek de, eski püskü yıpranmış alanları, duvarları, ahşapları, oturup kalktığımız masa ve sandalyeleri temizleyip boyamak istesek de, mazi barındıran, nostalji içerek bahis konusu alanları yerleri boyamak dahi istemeyiz, tadı kaçmasın diye.
Evet bilimsel ve teknoloji çalışmalarına sırtımızı dönmeyelim. Evet, yeni gelişmişliklerden ve uygulamalarından uzak kalmayalım. Evet, çağımızın gereklerini uygulama konusunda geride kalmayalım da, anı ve hatıralar önemlinin önemlisidir. İnsan nasıl yaşarsa yaşasın, kariyer ve kazanımı hangi seviyede olursa olsun, başarı ve zaferleri sıraya dizilse dahi mahallesini, köyünü, çocukluk anılarını ve o anlardan kalanları özler ve yok edilmesin ister. Modernleşme adı arkasına saklanıp insanın geçmişine ait ne varsa yok edilmesi, yeni kural ve uygulamaları şok etkisi yapacak mahiyette hayatlarımıza sokmak modernleşme değil dayatmadır, zorlamadır.
Neyi savunuyorum, değişim ve yenilenme olmasın mı? Böyle anlaşıldı ise ne büyük acı, akşamdan sabaha, sabahtan akşama, insan ve tüm canlıların hayatını iyileştirip güzelleştirecek değişim de olsun yenilenme de, eski günlerimizi anılarımızı, hatıralarımızı tamamıyla yok etmeden, bitirmeden.
Mahallemizin, köyümüzün, semtimizin elbette binaları yenilenecek, insanları da çağa uygun yaşamlarını devam ettirecek. Semtin nüfusundan fazla insanın okuduğu okul muhafaza edilsin, mahallenin kahvesi, bakkalı, berberi kapanmasın, destek verilsin, semtin insanları artık tümüyle burada yaşıyor olmasalar da destek versinler.
Köyden indim şehre gibi oradan oraya, şuradan buraya derken, karmakarış hayatlar yaşayıp depresyonla dahi tanışmışlığımız vardır. İnsanı, hepimizi gerginlikten kurtaracak, depresyondan uzak tutacak, mahallemiz, köyümüz, semtimiz, ağaçlarımız, sokak hayvanlarımız, köşedeki çeşme, sokağın dibinde ki top oynadığımız açık alan, kokusundan baharın geldiğini anladığımız iğde ağacımız ve niceleridir. İnsan yaşar, acı tatlı, zor ve kolay günleri de yaşar, hasta ve sağlıklı günleri de, paralı varlıklı günleri yaşadığı gibi zor ve sıkıntıda olduğu günlerde olur, her şey yaşanır geçer, ne yaşanırsa yaşansın tebessüm edilerek güzel hatırlanır yeter ki sebepli sebepsiz zamansız ve beklentisiz hallerde tadı kaçmamış olsun.