Hemen her toplumda vardır ne zaman ve kim tarafından söylendiği bilinmediği için atalara atfedilen sözler.
Bu atasözleri, bir toplumun geçmişte hayata bakışını ve onu yorumlayışını hatta ona verdiği değeri ortaya koymak için en temel kaynaktır.
Günümüze kadar kullanılagelen sözlerin de hangisinin daha sıklıkla kullanıldığına bakılarak o toplumun günümüzde hayata bakışını, hayatı yorumlayışını ve ona verdiği kıymeti fark edebiliriz.
O sözler birçok ders ve sır verir aslında okuyup da kavrayabilene, o anlam perdesinin ardını görebilene.
Sayfalarca, ciltlerce kitapların ifade edemediklerini birkaç sözcükle ortaya koyan cümlerlerdir.
Sadece zamana direnerek günümüze ulaştığını düşünerek bunları yerli yersiz kullananlar ise kurdukları anlamsız cümlelere biraz olsun mânâ yüklemeye çalışırlar araya serpiştirdikleri atasözleriyle fakat çırpındıkça bataklığa doğru indiklerini de anlamazlar. Çünkü kullanmaya çalıştıkları sözlerin gerçek anlamlarından ziyade mecazi anlamları daha kuvvetlidir.
Asıl mânâ de o anlamda gizlidir.
Hayat, her devirde ve dönemde kendince farklı değerler taşıyarak dönemin toplulukları tarafından yorumlanmıştır.
Değer yargıları da bunlara göre şekillenmiştir.
Eğer bu sözlerin sadece söylendikleri dönemi kapsadığını düşünürsek onların ardında gizlenmiş hayat tecrübesini idrak edemeyiz.
Onlar geçmişte söylenen, günümüzü anlamlandıran ve geleceğe ışık tutan sözlerdir.
Yani zamanın dağlarının yüksek zirvelerini aşan sözlerdir.
Günümüze dönüp baktığımızda ise söylenen bazı atasözlerinin ya da halk arasında kullanılan bazı özdeyişlerin, kalıplaşmış ifadelerin nedense toplum tarafından artık pek değer görmediği anlaşılıyor.
Bunlardan bir tanesi de şudur, belki de en önemlilerinden;
“Yediğin içtiğin senin olsun, bize gördüklerini anlat.”
diye bir cümle sıklıkla kullanılır özellikle bizim toplumumuzda.
Çünkü yenilen ve içilen her ne ise ondan bahsedilmez ve en mahremi şeylerden bir tanesidir.
Gezip görmek, seyahat etmek uzun bir zaman dilimini kapsayan bir eylemdir ve bu süre zarfın görülen her ne ise eşe dosta anlatılırdı bir muhabbet ortamında ama yiyilip içilenden bahsedilmezdi hiçbir zaman.
Modern zamanın şekillendirdiği toplumlarda ise bunun tam tersi oluyor.
Gezip görülen artık daha az anlatılıyor sadece gidilen lokantların veya restorantların adresi tarif ediliyor.
(Sadece fotoğrafı paylaşılan ama okunmayan kitaplar misali.)
Çekilen fotoğrafların da sosyal medyada paylaşılması, insanların gözüne gözüne sokulması ise artık haddi aşar hale gelmiş vaziyette.
Sokakta bir şey yemek, içmek önceden ayıplanan bir davranışken şimdilerde ise paylaşma yarışına girişilmiş durumda.
Özellikle sosyal medyada, gidilen lüks mekanlarda yenilen son derece pahalı yemekleri paylaşmak moda haline gelmekte. Bu da modernizimden ziyade görgüsüzlüğün alametleridir bence...
Değerlerdir bir toplumu ayakta tutan en önemli hazine.
Bunları yaşatıp gelecek nesillere de aktarmak o kültürün en temel yapı taşlarını daha da sağlamlaştırır.
Elbette modern olunacak ve zamanın şartlarına da ayak uydurulacak fakat kendi değerlerinden de kopuk olunmayacak.
Bazıları da onları çağ dışı görüp “ O mu kaldı artık, şu mu kaldı artık?” tarzında çeşitli kılıflar uydurmaya çalışıyorlar çiğnedikleri mahremiyete.
Mahremiyet duygusunu yitirmeden yaşamayı öğrenmeliyiz.
O duygunun bir toplundan silinip atılması birçok ahlaksızlığın önündeki engeli ortadan kaldırır.
Bu da toplumu ve dolayısıyla insanları yozlaştırır.
Modern zamanda buna her ne kadar özgürlük kılıfı giydirilse de...
Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, gördüklerinizden bahsedin yeterli ama onu da abartmadan yapın lütfen!!!