Bir fotoğraf görmüştüm, paylaşmanın ne kadar güzel olduğunu ve aslında zenginlikle pek bir ilgisi olmadığını gösteren.
Önce fotoğraftan bahsedeyim...
Futbol maçını izlemeye giden küçük ve yakın dost olan iki çocuk...
Ancak maçı izlemek o kadar da kolay değildi onlar için.
Önlerinde kendi boylarını aşan bir duvar var.
Futbolun o heyecan vericiliği duvarın ötesinde ama onlar o heyecana sadece duydukları seslerle ortak olabiliyor.
Görme şansları ise son derece az.
Radyodan dinler gibi oluyor, görmeden sadece seslerle maçı anlamaya çalışmak.
Üstelik bu defa da spiker yok.
Duvarı tırmanmaya çalışalar dahi iki çocuktan birinin tırmanma şansı diğerine göre daha az.
Çünkü bir bacağı yok ve onun yerini iki koltuk değneğiyle doldurmaya çalışıyor.
Bu fotoğraf belli ki savaşın sürekli uğradığı coğrafyaya ait.
Neyse ki onlar böylesi durumlarla başa çıkmayı iyi biliyorlar.
İşte burada paylaşmak dediğimiz, bu hayattaki en güzel eylemlerden biri devreye giriyor.
Koltuk değneklerinden birini kendisi alıp sağlam bacağıyla orta kısmına basıp yukarı doğru tırmanırken bir diğer değneği ise arkadaşına verip onun da duvarı tırmanmasını sağlıyor ve böylelikle radyo havasındaki maç, televizyon havasına geçiyor.
Tabi ki hâlâ spiker yok...
Baktığımız vakit, bizlere son derece basit gibi görünebilir ancak o kadar da basit değil.
Demiştim ya paylaşmanın zenginlikle pek bir alakası olmadığını.
Bu hayat, başkalarının gözü doymazlığından dolayı o çocuğun sahip olduğu iki bacağından birini almış ve yerine iki tane koltuk değneği vermiş.
Yine de bir tarafından tutunmaya çalıştığı bu hayatta sahip olduğu o tertemiz yüreğiyle bir şeylerin mümkün olabileceğini gösteriyor bizlere.
Bizler kimi zaman öz kardeşimizle bu dünya malını paylaşamayıp kalp kırabiliyoruz.
Zaten bize ait olmayan bir şeyler uğruna her şeyin asıl sahibi olan yaradanın evini yıkıyoruz.
Paylaştıkça bu hayatın ne kadar güzelleşeceğini unutuyoruz.
O çocuğun taşıdığı yüreğin merhametini hak etmiyoruz hiçbirimiz...
Zengin bir adamın da buna benzer bir kıssası vardır. Bir kıssanın bin hissedi olurmuş.
Şöyle anlatır kendisi;
“Bir gece çobanın birinin evine misafir oldum.
Yemekte koyun böbreği vardı.
O kadar güzeldi ki...
Bu yemeği çok sevdiğimi söylediğimde gidip tam sekiz koyunu kesip böbreklerimi pişirerek bana ikram etti, üstelik benim kim olduğumu bilmeden.
Daha sonra ben ona bu davranışından dolayı üç yüz koyun hediye ettim.
Ancak yine de onun kadar cömert birini görmedim şu hayatta.”
O arada yanındakilerden biri şöyle söyler;
“ Ama efendim, siz üç yüz koyun vermişsiniz ona, o ise sekiz tane koyun kesmiş sizin için.
Siz daha cömertsiniz.”
Varlıklı adam şöyle devam eder;
“ Hayır hayır o benden daha cömerttir.
Benim ona gönderdiğim üç yüz koyun benim servetimden bir şey eksiltmez bile.
Ancak onun sadece sekiz koyunu vardı ve hepsini benim için kesip böbreklerini bana ikram etti.”
Paylaşmak ve cömerlik variyetle alakalı değildir, elinde olanı paylaştıkça ona bereket girer.
Sen tükendi sanırsın amma yaradan onun yerimi kat be kat doldurur.
O çocuğunda sahip olduğu bir koltuk değneği vardı ve onu da paylaştı arkadaşıyla hem de çıkarsızca. İşte bu davranışlar erdemlerim en yücesidir...
Paylaşmak bir yürek işidir, variyet meselesi değil....